KİMLERDENMİŞ?

Bu blog, iki yakın arkadaşın ortaklığı ile seneler önce oluşturuldu, ancak evlilikler, doğumlar, ayrılıklar, yeni deneyimler derken, farklı bir yöne evrildi. Sonra da dendi ki, "ya biz bunu da denemişiz". O zaman neden insanlarla da paylaşmayalım? Her işte parmağı olan iki dostun yorumlarını, paylaşımlarını okuyacaksınız. Bi bakmadan geçmeyin :)

PAYLAŞALIM MI?

30 Aralık, 2019

TERRIBLE TWO : NAM-I DİĞER 2 YAŞ SENDROMU!


     Evet biliyorum, anne olmak şahane, olağanüstü, muhteşem ötesi bir duygu. Ve evet biliyorum, size çocuğunuzu kucağınıza aldıktan sonra uykusuzluğunuzu, yorgunluğunuzu içerir her şikayetinizde aynı şeyi söylediler: "Daha bunlar ne ki, büyüdükçe gör sen sorunları!".

     Bir iyi, bir kötü haberim var, kötü haberle başlıyorum, söylenenler her ne kadar hadsiz olsa da, bir miktar doğru. Çünkü önünüzde sizi bekleyen BABALAR GİBİ bir dağ var. 2 yaş krizi:/

   İyi haberse şu, hiçbir kriz sonsuza kadar sürmüyor, ve çocuk büyüdükçe sorunların arttığı düşüncesi kişiye göre değişiyor. 

     2 yaş krizi, çocuğun hareketlerinin sonuçlarını merak ettiği ve gözlemlemek istediği, bireyselliğini kabul ettirme ve etrafını kontrol etme çabasını içeren bir dönem. Kısacası şu: yüksek yerlere tırmanmak istiyorum, neden bu insanlar beni sürekli yere indiriyorlar, dur onlar görmeden tırmanayım, yakalandım, anne tekme attığım için üzgünüm ama oraya çıkmalıyım, düştüm, canım acıdı, yine de çıkmam lazım, dur şu duvara kafa atayım belki o zaman beni indirmezler, kafam acıdı, dünya çok acımasız:///

     Bu diyaloğu gün içerisinde yaşanan hemen her ana uyarlayabilirsiniz, alın size 2 yaş sendromu, misler gibi, fırından taze çıktı, afiyet olsun.

     Tabii ki her çocuk tam iki yaşına bastığında bu krizler hop diye hayatınıza dahil olmuyor, gelişim durumuna göre çocuk 1 yaş civarındayken de başlaması mümkün, 3 yaşa doğru da. Mesele, çocuğun bireyselliğini fark etmesiyle ve bağımsız hareket etme isteğiyle ilgili. Bu dönemdeki çocuk, etrafındaki her şeyi bir kukla gibi kontrol edemeyeceğini anladığında, küçük bir ergene dönüşerek hayatı zindan edebiliyor.

     Baş etmenin yolları var mı? Elbette ki var. Çocuk yetiştirirken asla unutulmaması gereken altın anahtarla başlıyoruz işe: TUTARLILIK. Çocuk, artık evdeki her şeyin kendi oyuncağı olduğunu düşünüyor, "evet mutfaktaki tencereler de benim, annemin yüzüne sürdüğü renkli boyaları da benim, televizyonun ekranını boyayabilirim, bardakları fırlatırsam ne kadar değişik bir ses çıkararak ortadan kayboluveriyorlar değil mi? Dur bakayım kaybolmamışlar, bir sürü küçük bardak olmuşlar, peki ben bu küçük parçaların tadına bakayım o zaman."

     Çocuğumuza nereye kadar izin vereceğiz? Kendisine zarar vermeyeceği yere kadar. Mutfak dolaplarındaki tehlikeli kesici aletleri yüksek raflara kaldırarak başlıyoruz. Alt raflara onun keşfedebileceği, oynayabileceği parçaları koyarsak, dolapları karıştırmaya başladığında elinden alıp onu sinirlendirmemek, işimizi bir miktar kolaylaştırır. Aynı şeyler diğer odalardaki alt raflar için de geçerli. Makyaj malzemelerini yüksek raflara kaldırıp, alt raflara onun için birkaç tane yüz boyası bırakmak son derece iş görür. Cam bardaklar yerini bir süre sağlığa zararlı madde içermeyen plastik bardaklar alınabilir, içindeki suyu yerlere döküp üzerine basmasına izin vermek opsiyonel:)

      Bireysel olarak yaşadığım korku dolu bir an vardı. Sabah yataktan kalkmaya çalışıyor ancak bir türlü başaramıyordum. Oğlum 2 yaş sendromunu dibine kadar yaşıyordu, yataktan kalkmadığım için bir anda sinirlenerek yatağın mobilyasına kafa attı ve ta daaaa; burnundan kan boşaldı. Öyle büyük bir tepki verdim ki, belki canı o kadar acımamasına rağmen benim çığlığıma bakıp ağlamaya başladı. Şimdi evde kucağında çocukla deli gibi depar atarak bağıran ben ve korkudan deli gibi ağlayan oğlum vardık. Demek ki, ikinci altın anahtarımız; SAKİNLİK! Şimdi olsa, oğlumu sakince kucağıma alır, burnuna tampon yaptıktan sonra ciddi bir şeyi olmadığını gördüğümde onu kafa attığı yere götürerek, ellerini mobilyaya koyarım ve sakince şunu söylerim: "Burası sert. Sert yerlere vurduğumuzda canımız acır ve kanayabilir, senin de kanadı, ama geçecek. Bir daha yapmamalısın."

     Çocuklar ne kadar küçük olsalar da, ses tonumuzdan anlattığımız şeyin özetini kavrayabiliyorlar, tam olarak kelimelerin anlamlarını bilmeseler bile.

   2 yaş sendromunun en yoğun yaşandığı yerler, ev dışı alanlardır, evdeki olası senaryoları konuştuğumuza göre, ev dışına da biraz değinebiliriz.

     Çocuğumuzla markete veya oyuncakçıya gittik (ben 2 yaş krizleri azalmadan alışverişi çocuksuz halletmeye çalıştım ama çoğu kişinin bırakacak yeri olmadığından dolayı mecbur çocukla gidiyor) Çocuğumuz bir köyü doyuracak çikolata stoğunu kucakladı, yemek istiyor. Elinden aldınız, alışıldık senaryomuz şu: Çocuk kendini yere attı, çocuk yere kafa atıyor, burnundan fışkıran sümükler yüzünden boğulma tehlikesi altında, marketteki çoğu kişi (çoğunlukla 2 yaş sendromundan bi haber masum köylüler) size acıyarak ve yargılayarak bakıyorlar. Öyle ya, nasıl bir anne/ baba çocuğu yerlerde yuvarlanırken ona istediklerini almaz. Hem kafaları da şişmiş yazık bir markette rahat rahat alışveriş yapmasın mı bu insanlar :/ Çoğu anne/ baba tepkisi bu durumda insanların ne düşüneceğini kafaya takarak çocuğa o çikolataları/ oyuncakları veya istediği ne ise onu alarak sakinleştirmektir. Oysa çocuğa o sırada verdiğimiz tek bir sinyal vardır: Kendini yerlere atarsan, istediğin her şeyi elde edebilirsin ve yeterince ağlarsan belki şirinleri bile görebilirsin. Marketteki insanlar sizi 30 saniye yargılar, siz o çocukla en az 15 sene boyunca bu çatışmayı sürdüremezsiniz. Sakince bekleyin, ağlayan ve kriz geçiren çocuğa bir şey anlatmaya çalışmayın, yapabiliyorsanız dikkatini dağıtın, yapamıyorsanız kucaklayıp kriz geçirdiği yerden uzaklaştırın, sakinleştiği zaman onu öpün, anlayabileceği şekilde açıklama yapın, öfkelenseniz bile belli etmeden ve makul bir tavırla yolunuza devam edin. 

     2 yaş sendromu ile ilgili verilebilecek binlerde örnek var ama, kısaca olması gereken tutum ve davranış kalıplarını özetlesem, bir kişi bile okuyorsa faydası olur diye düşünerek yazıldı bu yazı. Çocuk kaynar suyu ellemek isterse de uygulanabilir, size vuruyorsa da; sakince ellerini tutup "eller vurmak için değil, sarılmak ve sevmek içindir" gibi. Ha daha çok delirir, daha çok vurur, siz anı sakinlikle aynı sözleri söylemeye devam ederseniz bir de bakmışsınız ki "amaaan uğraşamıcam ben bu manyakla" deyip başka bir yere doğru yollanmış bile :)

     2 yaş sendromu bittikten sonra bunun devamı pek gelmiyor, 3 yaş, 4 yaş daha anlaşılabilir ve neden-sonuç ilişkisi kurulabilir bir yaş grubu olduğundan, bir miktar daha kolaylaşıyor işler. İşte size iyi haber köftehorlar, her yaşın ayrı bir zorluğu olsa da, bence en zor 2-3 yaş krizleriyle geçiyor. Bu haber de size yazı sonu kıyağım olsun.

     Var mıdır aklınıza gelen başka öneriler, okuyanlar faydalansın, yorumlarda buluşalım :)


     
Read More




25 Aralık, 2019

GRİ SAÇ: GERÇEKTEN DEĞER Mİ?


     Çılgınlar gibi uzatmaya çalıştığım, ancak korkunç kısır bir süreçte takıldığım saçlarıma ya şekil verdirecektim, ya da boyatacaktım. Şekil verdirmek saça makas değmesi demekti, dolayısıyla her ne kadar KISALMASIN diye haykırsam da, kelaynak kuşu olarak kuförden çıkacağıma adım gibi emindim. Ama bilen bilir, bir dönem gelir ve biz kadınlar o saça mutlaka bir şeyler yaptırmak zorundayızdır. 

     Bir günlük bir pinterest turu, beni gri saça ikna etmeye yetmiş ve artmıştı bile. Saç rengim doğal olarak bal rengi olduğundan, açma işleminin saçımı diğer renklere göre fazla yıpratmayacağını düşünmem, sadece benim naifliğimden midir sayın okur?

     İşlemi adım adım anlatmaya başlıyorum. Griye tamamen boyamak saçlar uzadıkça diplerde çirkin bir görüntüye sebep olacağından dolayı gri ombre yaptırmaya karar verdim. Bunun için öncelikle saçlar tek tek ayrılarak açıcı ile birlikte paketleniyor. bu işlemin yapılması kısa saçta 2 saati buldu. paketlerin açılıp saçın ilaçlı suyla yıkanarak rengin sabitlenmesi sağlanıyor, saç yola yola taranıyor, üzerine mor şampuan ile yıkanıyor, merhaba gri saçlar:)

     Gri saçı korumak için yapılması gereken şey mutlaka ama mutlaka mor şampuan kullanmak. Ama bu mor şampuan saçı çılgınlar gibi kurutuyor. Dolayısıyla bu şampuanı 3 yıkamadan 1 inde kullanırsanız, hem kuruluktan fazla nasip almaz, hem de gri saçınızı muhafaza etmekte sorun yaşamazsınız.

    La bu mor şampuanı kullanmasam ne olur diye düşünüp 1 hafta boyunca normal şampuanla yıkadıktan sonra gördüm ki, bok sarısı sevmiyorsanız, kesinlikle kullanmanız gereken bir şeymiş bu mor şampuan:/ Eskiden saçımızı sarıya boyatır, kuaförden çıktığımız hali çok sever, ancak bir ay sonra turunculaşmaya başlayan sarılarla yaşamaya devam ederdik, nerden bileydik, mor şampuan, mavi şampuan daha icat edilmediydi o zamanlar, hep dutluktu...

   Bu yazıyı da 1 hafta 10 günlük fasılalarla yazıyorum ki, o arada saçım kökünden kurur da dökülürse, size gri saçı övüp hayatınızı karartmayayım.

      2 ay oldu toplamda gri saça kavuşalı. Şimdilik herhangi bir sorun yok, saç boyaya alıştıkça yumuşadı (dax supergro da baya iyi geldi), renk şampuan desteğiyle hala gri, hatta bazen mora çalmasını istersem saçımda sampuanı bekletiyorum, bir iki yıkama ile geçecek bir morluk oluyor saçta, uzadıkça dipler kötü görünmüyor (ombrenin gözünü seveyim), gri saça hep merakınız vardı ise, göze alınabilecek bir girişim olarak görebilirsiniz gönül rahatlığı ile. Neticede bir kızıl saç riski barındırmadığını rahatlıkla söyleyebilirim :)

   
Sevgiler!
Read More




07 Kasım, 2019

BOŞANMA DOSYASI: ÖLÜM GİBİ BİR ŞEY OLDU AMA KİMSE ÖLMEDİ.


     Tatsız bir mevzu ile geldim bugün. Eşekten düşmüş biri olarak, aklına bir defa bu fikir düşmüş kişilere belki yol gösterir, neler olabileceğinin bir önizlemesi olur diye düşünerek, yazı uzun mu olur, kısa mı keserim bilmiyorum, zira mevzu derin.

     Aşık olduğumuzda, özellikle yaşımız da gençse önünü ardını fazlaca düşünmeden çıkabiliyoruz evlilik macerasına. Temenniler belli, mutlu olalım, huzurlu olalım, AİLE olalım.

     Halbuki aile olmak, ya doğal, kendiliğinden akan bir nehir gibi gelip giriveriyor insanın hayat patikasına, ya bir miktar çalışmaya ihtiyaç duyuyoruz, o nehri hayatımızın ortasından geçirivermek için. Bu iki durum dışında da, o nehrin yokluğunu artık susuzluğa katlanamadığımızı hissettiğimizde, salonun ortasında duran kocaman bir fil ile yüzleşmiş gibi fark ediyoruz.

     Metafor kullanımını biraz fazla mı abarttım diye de düşünmedim desem yalan olur, ama boşanma fikrine yavaştan sıcak bakmaya başlayanların anlayabileceği bir ortak dili konuşuyorum sanırım şu anda.

     Zor bir süreç, boşanma süreci. Belki en zor anı mahkemede hakimin karşısına çıkılan an. "Eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?" "Evet..." "Boşanmak istiyor musunuz?" "Evet..." Aynı cevabı içerir iki sorunun bir insanın kalbini nasıl böylesine gerçek bir şekilde kırabileceğini, türlü simülasyonlara sokarak öğretmelilerdi bence insana. Yaşarken bir miktar ağır geliyor çünkü.

     Boşanma sebepleri başka başka da olsa, sevginin ve özenin bittiği noktada bir çok çift bu aşamaya geliyor, belki de kendi kendini gerçekleştiren kehanettir, kimbilir. Ama son derece elle tutulur bir veri var ki, boşanma süreci ve sonrasında, çoğunlukla insanlar "allahım benim evlendiğim insan bu muymuş" noktasına geliyorlar. (ben diil yaa bir arkadaşım :/) Çünkü birbirinden artık hiçbir çıkarı olmayan eskinin çifti, yeni yeni tek olmaya adım alan kişiler, karşısındakine düşmana vurur gibi vurmaya başlıyor, maddi-manevi hırpalamaktan çekinmiyor. Çocuk varsa, hayatınızın korku filmi dönemine hoşgeldiniz partisi için geceleri evde maytap yakabilirsiniz.

     Boşanma kararı verildikten sonra, dava açmak için şunları yapıyorsunuz, ANLAŞMALI BOŞANMA olduğunu varsayıyorum. Çekişmeli olanını yaşayanlara allahtan sabır, bu dünyada kazandıkları sabır pointleriyle de bir sonraki hayatlarında boşanmasız bir ömür diliyorum. (belki yeniden doğmak istemezler, o hakları saklıdır :/)

     Bulunduğunuz yerde varsa Aile Mahkemesi, Yoksa Asliye Hukuk Mahkemesi' ne eşinizle birlikte gidip dilekçe veriyor, dosya harçlarını yatırarak gün alıyorsunuz. Eğer küçük bir yerdeyseniz ve dosya yoğunluğu yoksa, ertesi güne bile duruşma saati verilebiliyor. Dilekçenizde her şeyi belirtebilirsiniz, nafaka durumu, çocuğun velayeti, ortak malların paylaşımı. İnternette dilekçe örnekleri de mevcut zaten. Sadece şunu unutmayın, anlaşmalı boşanmalarda hakim boşanacak çifti birlikte görüp, ona göre başvuruyu alıyor.

     Boşandıktan sonra, göbek ata ata çıkamıyorsunuz tabii ki mahkemeden, ne kadar öfkeli ve kızgın da olsanız, hayatınızın bir dönemi kapamış, nereye gittiği belli olmayan ve başında kendinizi başarısız hissedeceğiniz bir dönemi başlıyor. Nacizane, boşanma sonrası tavsiyelerimi şuracığa fıydırıveriyorum:

-Boşanma bittikten sonra kesinleşme kararını kendiniz gidip alıyorsunuz, unutursanız 6 ay sizi ne arar ne sorarlar, alla allaaa niye değişmedi benim kütük hala diye mahkeme kalemine gidip, hala kesin boşanmadığınızı öğrenip dumur olabilirsiniz.

-Duruşmadan çıktığınızda yalnız kalmayın. Evet, yalnız kalma ihtiyacınız var ama, kalmayın. Mümkünse kafanızı dağıtabilecek bir arkadaş bulun yanınıza, çıkın gezin. Eve hemen gitmeyin. Ayrıldığınız eşinizle birlikte bir yerlerde oturup bir şeyler içmeyin (bunu daha sonra da yapabilirsiniz), medenisiniz anladık ama bir şeyler içerken illa ki "sen şunu yaptın, ben bunu yaptım" muhabbeti dönüp duracak, ilişkinin otopsisini cenazeyi kaldırır kaldırmaz yapmasanız da olur.

-Boşanma sonrası artık bekarım diye bokunu çıkarıp sağa sola para saçmayın. O paralar günü gelecek, çok lazım olacak. Hani büyüklerin dediği "kötü gün dostu" vardır ya, hep kenarda dursun o. Birikim yapmaya başlayın, evinizi düzenleyin, hayatınızı düzenleyin, etrafınızdaki herkese potansiyel sevgili gözüyle bakmayın, mümkünse yaralarınız iyileşsin diye kendinize biraz zaman tanıyın.

-İhtiyaç duyuyorsanız mutlaka psikolojik destek alın.

-Çocuk varsa, evden ayrılan ebeveyni asla ASLA asla kötülemeyin. Ne olursa olsun, ne kadar öfkeli olursanız olun. Siz yeni bir hayat arkadaşı bulabilirsiniz ama çocuğunuz yeni bir anne/baba bulamaz. Birer tane ebeveyni olduğunu ve hayatı onların gözünden gördüğünü unutmayarak, mümkün mertebe objektif ve sade yorumlar yapın.

-Boşanmayı çocuğa açıklamak zor iş. Ama psikiyatristlere sorduğunuzda, iyi yönetilmiş bir boşanma sürecinin, kötü yönetilmiş bir taşınmadan daha fazla hasar vermeyeceğini söylüyorlar. Bu sebeple, süreci iyi yönetmeye, çocuğun duygularını anlatmasına izin vermeye ve boşanmanın ne olduğunu anlayacağı yaşta değilse, uygun şekilde anlatmaya çalışmakta fayda var.

-"Boşanmasa mıydım, mutsuz olsam da çocuk için sürdürse miydim, yapabilir miydim acaba" diye günler geceler boyu kendinizi yemeyin. Olabilitesi olsaydı, o durusmada evet denmezdi. Mutsuz bir ailenin çocuğu ve yine son dönemleri mutsuz geçen bir evliliğin ve boşanmanın tarafarından biri olarak, mutsuzluk içinde yaşamaktansa koşulları değiştirmenin her daim daha evla olduğunu savunuyorum.

     Dışarıdan bakınca herkes çok mutlu görünecek bir süre, el ele gezen çiftleri, anne-baba ve çocuktan oluşan neşeli aileleri izleyeceksiniz göz ucuyla. Oluyor, biz neden yapamadık diye sorgulayacaksınız. Bu kötü bir şey değil. Bir hayat dersi. Hataları görecek, dersler alacak, tekrarlamayacaksınız. Hayatın özü bu, bir yerde. Ne demişler? "Ders, sen öğreninceye kadar devam eder."

   
Read More




03 Ekim, 2019

KENDİN YAP PROJELERİ: ELDE KALAN AHŞAP PARÇALARI DEĞERLENDİRME



     Benim en büyük sorunum sanırım şu: Kendimi kaptırıyor ve aşamalarını fotoğraflamayı unutuyorum. Yine elimde size fikir olabilecek şahane bir do it yourself projesi var, ama yine bir tek resim/ son haliyle karşınızdayım. Çünkü neden, kendimi kaybediyorum marangozluğa soyunduğumda, bundan :/

İŞTE YENİ PROJEMİZ:)

      Elimde bol miktarda petek şeklinde seperatör vardı. Bunları nerede değerlendirebileceğime dair hiçbir fikrim yoktu. Öncelikle iki ince uzun, bir geniş uzun olmak üzere üç parçaya kestim seperatörü. Bunun için dekupaj testeresi kullandım -ki apartman dairesinde yaşarken çıkan gürültü yüzünden her kapı çalışında sıçradım, bu defa şikayete geldiler diye- Neyse ki fazla uzun süren bir işlem değil. Kestiğim uçları daha sonra zımpara ile düzledim ki, kullanırken elimize kıymık falan girmesin.

     Seperatör haricinde, elimde 3 adet aynı boy ahşap raf vardı. Onları da bir süredir kenarda "kullanılır ya bunlar" diyerek bekletiyordum. Hepsini ortaya yığıp düşünmeye başladım. O sırada beklenmedik bir şekilde ziyaretime gelen annem "kızım sen deli misin, bunlarla napılır, al gitsin" diye dirense de, onu bir şekilde çarşıya pışpışlayıp gözümü ahşaplarıma dikmeye devam ettim. Sonra aklıma, çizim yapmak için ayırdığım alanda bir depolama sistemine ihtiyacım olduğu geldi. Her seferinde kalemleri kağıtları ortaya saçıp, işim bitince toplamaya çalışmak hevesimi kaçırıyordu çünkü. Bir alan olmalı ve her şey yerini bilmeliydi.

     Yandaki seperatörleri, ön tarafta görünen ahşap raf ile aynı olan bir rafa monteledim. İşin zor kısmı buydu, çünkü vidalarken tahtalar kırılıyor, peteklerin tam birleşme yerinden delince kırılmadı (mutlaka bilimsel bir açıklaması vardır eheh) aynı şekilde, ön ve arka tarafına da rafları monteleyince, yandaki seperatörlerin dik duracağını düşünmüştüm ancak planladığım gibi olmadı. Boyu uzun tutmuştum ve sallanıyorlardı. Arka tarafa elimde kalan seperatörü alttan monteleyip, elimdeki hasır iplerle yan seperatörlere üstten bağlayınca, baya sağlam bir şekilde durdu. İki seperatör arasına da hasır iplerle askı bölümü yaptım ki, o an üzerinde çalıştığım resimi asabileyim, boyalar dağılmasın, bakıp bakıp sevineyim vs. :)

     İşin en güzel yanı, sabahtan "amaaan at şunları allasen" deyip evden kaçan annemin, akşam eve dönüp ortaya çıkan şey gördüğünde "kız Mudo' da satsalar 1000 TL isterler buna" tepkisi vermesiydi. 

     Çok profesyonel bir şey gibi görünmeyebilir, ama benim baya bir boya malzemelerimi ve kağıtlarımı toparladı, yerini sevdi, yakıştı da bence. Fabrikasyon ürünler yerine her zaman doğal ve emek verilmiş materyali tercih etmemden dolayı, beni baya bir tatmin etti.

     Fikir olsun, elinizde "bundan ne yapacağım ya atayım gitsin" dediğiniz bir takım malzemeler varsa, yeniden bir göz atmanızda fayda var.

     Sevgiler, saygılar :)
Read More




16 Eylül, 2019

KENDİN YAP PROJELERİ: ESKİ ABAJURU YENİLEDİM!


     Ekonomik durumlardan bahsederken, yeni eşyalar almayalım, tüketmeyelim derken kendin yap projelerinden bahsetmemek olmaz. Nedir ki insanız, hayatımızda bir takım yenilikler istiyoruz, sürekli gördüğümüz şeylerden sıkılıyoruz. Ama ben hep, bazı kullanımda sıkıntısı olmayan eşyaları yenilemek taraftarıyım.

     Uzun zamandır aklımdaydı. Yaklaşık 10 yıldır kullandığım, ama artık hem eskiliği, hem de aşırı sade görüntüsü beni rahatsız eden eşyalarım var. Bunları nasıl yenileyebileceğimi düşünürken, nihayet aksiyon alabildim.

     Elinizde çok fazla malzeme olmasına gerek yok. Bir sıcak silikon tabancası, biraz iplik, biraz el becerisi yeter de artar.

Şöyle bir dokunmatik abajur vardı elimde. Yaklaşık on yıllık. artık kumaş kısmı lekelerden ve şekil bozukluğundan eski görünmeye başlamıştı. Ama kullanılabilir durumda olduğundan atmaya da kıyamıyordum.

     Elimdeki malzemelere baktım. Biraz hasır ip. Biraz Aliexpress' ten daha önce aldığım jüt kurdele. Biraz makrome ipi. Bir adet de deniz yıldızı :)





    Önce hazır ipi üst kısma yapıştırarak başladım. Tek sıra yapıştırdıktan sonra jüt kurdeleyi onun altına yapıştırdım. Daha sonra ek yerinin çirkin durduğuna karar verip elimdeki makrome iplerden iki adet pastel tonlarında yaprak yaptım, birini ek yerinin altına, diğerini de ek yerinin üzerine yapıştırdım. Tabii ki burada amacım yaprakları göstermek değildi çünkü zaten abajurun arkasına denk geliyordu, ama yine de sevimli durdu.

     Makromeden yaprak yapımı için tık tık ===> Makromeden yaprak nasıl yapılır?


Bendeki makrome ipleri pamuklu değildi. Normalde pamuk içerikli olanlar ile yaparsanız daha iyi durur, ben ne kadar az masraf o kadar iyi diyerek elimdekileri kullandım. (Malum, TÜKETMİYORUZ:)


Son olarak, elimdeki deniz yıldızını ön tarafa silikon ile yapıştırdım.

     Sonuç olarak önden de, arkadan da yepyeni bir abajurum oldu. Hem de elimde kalan parçalarla, hiç para harcamadan. Avizem de eskidi, ona da başladım. Bitirdiğim zaman buralara Kendin yap projesi: Avize de gelecek :) 

    







Read More




13 Eylül, 2019

YANDEX TOLOKA DOSYASI 2: YANDEX TOLOKA İPUÇLARI


Yandex Toloka, internetten akmasa da damlayan bir gelir elde etme yöntemlerinden biri. Şurada giriş olarak açıklamış ve aldığım ödemelerin ekran görüntüsünü paylaşmıştım: https://tasarlamatmazel.blogspot.com/2019/06/internetten-para-kazanmak-gercekten.html

Şimdi, biraz işin ipuçlarına girmek istiyorum, çünkü ne yazık ki Toloka' nın kendi sitesindeki görev talimatları son derece yetersiz. Ben deneme/ yanılma yöntemi ile öğrendim, dolar üzerinden kazanç sağlandığı için şu anda ortalama günlük 20-30 TL arasında kazanç sağlayabiliyorum.

En çok kazandıran görev ile başlayalım:

HARİTALARDA SAÇMA SONUÇLAR (STUPIDS)

     Yandex Toloka, haritada gerçek kişiler tarafından işaretlenen kuruluşların doğru yerde olup olmadığını size teyid ettiriyor.

Görev sayfaları yukarıda gördüğünüz şekilde. Benim burada kontrol etmek için tek kullandığım "Koordinatlar için harita araması: Google" seçeneğinden, belirtilen yerde Niyet Balon Oyuncak isimli bir kuruluş olup olmadığını kontrol etmek. Eğer varsa, Kurum Kartı doğru, yoksa Saçma Sonuç işaretliyorum. Diğerlerinden kontrol etmeme pek gerek kalmıyor çünkü Google genellikle doğru sonuçlar veriyor. Bu görevde sayfa başına 0.05 cent kazanıyorsunuz, genellikle gece 22:00 dan sonra görev geliyor ve yaklaşık 1 saatte 2 dolar gibi bir miktar para bırakıyor. Benim görev reytingim 95 lerde, bu da doğru bir yöntem uyguladığımı gösteriyor.

YETİŞKİN İÇERİĞE SAHİP DOSYALARIN EKRAN GÖRÜNTÜLERİNİN BELİRLENMESİ

     Biraz çetrefilli bir görev. Açıklamaları yetersiz, dolayısıyla yine deneme/ yanılma yöntemi ile bulduğum tarzı paylaşıyorum. 

  
   Öncelikle dikkat etmeniz gereken sayfada yüklenmeyen bir öğe olup olmadığı. Yukarıdaki örnekte var, ancak yüklenmeyen görüntünün yanında ne ile ilgili olduğu yazmış. Rick and Morty dizisinin Wallpaper görüntüsü yüklenmediğini anlayabildiğimiz için cevabımız "Porno içermemektedir" olmalı.


   
  Yukarıda ise baştan sona yüklenme hatası veren bir sayfanın ekran görüntüsünü görüyorsunuz. Aralarda reklamlar olabilir, ancak göremiyoruz, dolayısıyla porno içerip içermediğini değerlendiremeyecğimizden dolayı "Yüklenmeme" seçeneğini işaretlemeliyiz.


     Yukarıdaki örnekte pornografik sayılabilecek bir görüntü göremiyoruz ama yazıları okuduğumuzda pornpgrafik içerik olduğunu görüyoruz.

     Bu görevi alabilmek için sınavından en az 85 almalısınız. 0.04 cent ile göreve başlayıp, doğru yanıtları seçtikçe puanınızı arttırdığınızda en fazla 0.06 cent ile görevlere devam edebiliyorsunuz.

YANYANA KARŞILAŞTIRMA (AKILLI TELEFON SİMÜLASYONU)

     Bu görev nispeten diğerlerine göre daha kolay. Ekran görüntüsünde gördüğünüz gibi yazım yanlışları olanı değil, doğru yazılmış olanı seçmelisiniz. Eğer her ikisi de aynı görünüyorsa, yanlış yoksa hangisini seçerseniz seçin:) Sayfa başına 0.01 cent kazandırmasına rağmen hem hızlı yapabiliyor olmam, hem de sayfalardaki görevlerin az olması sebebiyle en sevdiğim görev olabilir. Galp galp:)





Geldik bir çetrefilli ama çok kazandıran göreve daha:


DİYALOGDA CÜMLE ÖZELLİKLERİ


     Aslında kolay. Sadece anlamanız lazım. Kaba, hassas içerikli olması için, son cümleyi değerlendiriyoruz. Hakaret varsa, alkol, uyuşturucuya özendiren bir yazı ise, dinle ilgili olumlu veya olumsuz öznel bir görüş bildiriyorsa, ilk maddede evet diyoruz. (Örnek: Pislik dinsizler, hepinize ölüm, hadi iki bira içip keyfimize bakalım vs)

     Konuşmacı erkek mi? Anlamak kolay, ben erkeğim, ben kralım vs gibi erkekliğe atıfta bulunuyorsa, evet diyoruz.

     "Siz" mevzuusuna gelince: İlla ki SİZ kelimesini kullanmasına gerek yok. "Elinize" demiş olması, siz hitap şeklini kullandığını gösterdiğinden dolayı evet diyoruz.

     En anlaşılmayan konu DOĞAL BİR CÜMLE Mİ? Başlarda bunu üstteki cümleye verilen doğal bir cevap mı olarak algıladım. Hata etmişim. Bir insanın söyleyebileceği herhangi bir cümleyse doğal diyoruz arkadaşlar. Ama "istiyor tımık, vercek siz bana yok yok biraz" gibi anlamsız bir cümleyse kesinlikle doğal değil. Ya da "jhdhdhdjdhj" gibi randomize gülüşler. 

     TOLOKA' nın en çok kazandıran görevleri şimdilik bunlar. zaman zaman İngilizce görevler de geliyor. Toloka' dan nasıl para kazanıldığını artık biliyorsunuz. Başlarda ümidimi kesip "aman ya bunlarla mı uğraşıcam üç kuruş paraya" diyordum. Ama deneye deneye hem göre sayımı arttırıp hem daha pratik yapabilmeye başlayınca, en azından bir fatura ödeniyor diye devam ettim. İyi ki de etmişim.

     Umarım size de bir faydası olmuştur. 
Read More




TÜKETMİYORUZ KAMPANYASI MİNİMALİST YAŞAM TARZI

     En son çarşıya, pazara çıktığınızda ne kadar harcadınız? Cebinizden çıkan para ile eve giren ürün sayısı arasındaki ciddi fark dikkatinizi çekmeye başladı mı?

     Kendi çocukluk/ ergenlik dönemimi düşünüyorum. Özel günlerde ya da maaş günlerinde alınan bir kaç parça kıyafet, az miktarda ama her işimizi gören kombinler, "yiyebileceğimiz kadar" gıda, "ihtiyacımız kadar" ev eşyası. O zamanlar minimalizm diye bir kavram da yok tabii.

     Ama şimdi sosyal medya var. Hiç burada gelip de "aman eski günler ne kadar güzeldi" nostaljisi yapmayacağım. Teknolojinin yüzlerce, binlerce faydası var. Sosyal medya da eğlenceli bir şey, yalan yok. Derya deniz. Ama biraz abartmıyor muyuz?


     Influencer tayfasının yaptıkları her reklamdan aldıkları paralar belli. Amerikalı çocuklara sormuşlar, daha dün bir haber vardı, "Gelecekte ne olmak istersiniz?" sorusuna verdikleri cevap şu: Youtuber. Neden? Çünkü para kazanmanın kolay yolu, ve pek de bir niteliğe sahip olanız gerektiği söylenemez. Makyaj yapmayı biliyorsan da takip ediliyorsun, çok geziyorsan da, çok güzelsen de. Hayatının hemen her anını, arkadaş ortamını paylaşarak da yapabiliyorsun bu işi. Öyleyse neden kendilerine bir şeyler katmaya çalışsınlar? Ama bu yazının konusu bu değil, ben o konuda çok dertliyim, o yüzden onu başka bir posta bırakmaya karar verdim.


     Esas sorun şurada, takipçi sayısı fazla olan kitlenin, bizlerde sürekli olarak "bir şeyler satın alma isteği" uyandırmaya başlaması. Çünkü "aşağı kaydırın, kodu girin, indirimli olsun" tarzı cümleler bizlerde şunu uyandırıyor, "bu ürünü alırsam, ben de o kadar güzel olabilirim, zaten indirim kodu var, bunu kullanırsam benim de hayatım o kadar eğlenceli olur, ben de öyle zengin bir yaşam sürerim"

     En son aldığın ürüne gerçekten ne kadar ihtiyacın olduğunu düşün. Yeni çıktığı için mi aldın, başkasında görüp sahip olmak mı istedin, alışkanlıktan mı aldın?

     Alışverişin bir alışkanlık olmaya başladığını, dolabımdan giysiler taşmaya, ancak hiçbirini giyecek yer bulamamaya başlayınca fark ettim mesela ben. Benim bildiğim, gece elbisesi gereklilik olduğunda alınır yahu, aman alayım da, belki bir düğün olur nişan olur mantığı ile aldığım elbiseleri hiç giyemedim.

     Kozmetik... Ah o kozmetik, ne kadar alırsan al asla yeterli sayıda gelmeyecekmiş gibi. Tarihi geçtiği için bitmeden çöpe giden kaç tane ürünün oldu?

     Ev eşyası. Gerçekten her yeri eşya ile doldurduğunu, taşınmaya karar verdiğinde ve toparlanmaya başladığında far ediyor insan. Peki, taşındıysan eğer, kaç koli eşya attın çöpe. Ne zaman aldığını bile hatırlayamadığın kaç şey buldun evinde?

     Peki, bunu kendimize neden yapıyoruz? Reklamlar, youtube kanalı olanlar, Instagram fenomenleri hepsi aynı şeti söylüyor: TÜKET! (Çünkü bize para kazandırmalısın) Peki bizler o kadar para kazanıyor muyuz? Yoksa aldığımız zam enflansyon karşısında kuşa mı döndü?

     Burada şunu demek istediğim anlaşılmasın. Tabii ki talepkar olacağız. İhtiyaçlarımızı insan gibi karşılayabilmek için, başka ülkelerde 1 birime alınan ürüne 10 birim para ödememek için, lüks sayılabilecek şeyleri de tüketmeye hakkımız olduğu için. Ama fazlasına ihtiyacımız var mı?

     Son bir aydır, kendimce bir tüketmiyorum iddiasına girdim. Temel gereksinimlerimi alıp, kıyafet, kozmetik, ev eşyası gibi ürünleri alırken, "buna gerçekten ihtiyacım var mı?" diye soruyorum kendime. Mesela Gratis' te %40 indirim varmış. O anda elimdeki parayı "nasıl olsa kullanıyorum" diyerek kutu kutu şampuanı istiflemek için kullanmalı mıyım? Sanki bir daha hiç indirim olmayacakmışçasına, yarın bütün Gratis'ler ani bir kararla kapatılacakmışçasına. Benim bildiğim Gratis, yılda birkaç defa aynı indirimleri aralıklarla yapıyor zaten :/

     Bunu yaparak, depolayacak yer sorunumu ortadan kaldırmaya başladım. Gerçekten kullandığım bir kaç ürünü elimde tutup, bozulanları, tarihi geçenleri ayıkladım, kalanları düzenledim. Giymediğim kıyafetlerin tek tek fotoğraflarını çekip zebramo, dolap gibi 2. el satış sitelerine koydum, daha sonra satılırsa kargolanmak üzere koliye yerleştirdim. Ta daaa....Dolabımda artık hangi kıyafet var görebiliyorum, kolaylıkla da birbirleriyle eşleştirebiliyorum.

     Mutfak için de aynı taktiği uygulamaya başladım. Eski tarihlerden başlamak üzere, daha önceden paket paket alıp istiflediğim gıdaları tüketiyorum, çabuk bozulabilecek olanlara öncelik veriyorum. Alışverişi azalttım. 

     İnternetten kıyafet alışverişi yapıp, 2 günde bir kargo beklediğim günler sanki üzerinden çok geçmiş gibi. Ama geçmedi. Hala taksitlerini ödüyorum, kredi kartıyla alırsam cebimden para çıkmıyormuş gibi geldiği günlerdeki matmazelin bana selamı var.

     Çok değil, bir süre bunu devam ettirebilirsem, yarın yokmuş gibi parasını savuran matmazelin yerine, daha düzenli ve gerçekten ihtiyaç duyduğu şeylere sahip bir matmazel gelecek, çünkü alışkanlıklar uzun vadede oluşuyor.

     Bize bunu unutturdular. Çünkü daha çok para kazanmaları lazımdı. Ben kendime hatırlatıyorum. Çünkü cebimde duran paranın buharlaşmamasına ihtiyacım var.

     Elim değmişken sizlere de hatırlatayım dedim, aaaa yabancı mıyız :)


   
Read More




Return to top of page
Powered By Blogger | Design by Genesis Awesome | Blogger Template by Lord HTML